Bilardonun Efendisi: Semih Saygıner

Bilardo denince çoğumuzun aklına gelen ilk isim o şüphesiz. İlk dünya şampiyonluğunu 1994’te kazanan, dünya çapında Mr. Magic diye tanınan, özel vuruş teknikleriyle bilardo literatürüne adını yazdıran ve yedi yıllık aradan sonra yeniden döndüğü bilardoda dünya klasmanında dördüncü sıraya yerleşen Semih Saygıner…

Hikayesi neredeyse 40 yıl öncesine dayanan bir üstatla, Semih Saygıner’le Bahçelievler’deki Max Bilardo Kulübü’nde buluşuyoruz ve onu bilardonun efendisi yapan serüvenini dinlemek üzere 1980’lere uzanıyoruz. 16 yaşındayken bir arkadaşı sayesinde tanışmış bilardoyla. Sonrasında tam kendisine göre olduğunu düşünerek oynamaya başlamış. Ardından İstanbul’daki şampiyonaya katılıp henüz 17 yaşındayken birinci olması, bilardo­nun yurt dışında spor olduğunu öğrenmesi, resmi Türkiye şampiyonu olması, o zaman bu sporun duayeni olan Bora Karatay’ı yenmesi, 1988’de yurt dışında bir turnuvaya katılıp yenilmesi, kendi kendine İngilizce öğrenmesi, yurt dışındaki turnuvalar için para biriktirmek üzere bilardo kursları vermesi, bilardoya dair araştırmalar ve okumalar yapması gelmiş. 1990’da aldığı yenilgi ise onun için bir ders olmuş. Bilardonun ikonik ismi Raymond Colemans’a heyecandan son sette yenilme­sinin ardından Berlin’de oynanan ve tele­vizyonlarda canlı yayınlanan maçta dünya klasmanının bir numarası Colemans’ı set dahi vermeden yenince bir anda hem onun için hem de Türkiye’de bilardoya bakış değişmiş. Serüveninin geri kalanını Semih Saygıner’den dinliyoruz…

 

Colemans’la oynadığınız maçı aldıktan sonra bir anda herkesin tanıdığı biri haline geldiniz…

Yolda gören tanıyor, kızlar el sallıyor… Tuhaf bir durumdu yani. Sonra röportajlar, talk show’lara çağrılmalar… Bilardoyu anlatmaya başladım. 1993’te Türkiye’de oynanan bir turnuvada çok başarılı performans sergiledim. Bir firmanın sponsor olmasıyla Japonya’ya ve başka ülkelere gittim, dünya üçüncülüğüne kadar yükseldim. 1994’te dünya kupasını kazandım. O dönemde federasyon teknik olarak kurulmuştu ama faaliyeti göstermiyordu. Bu şampiyonlukla Türkiye’de bilardo, özellikle üç bant gündeme oturdu. Yavaş yavaş federasyon faaliyete geçti, biz de federasyonla yurt dışında ülkemizi temsil ettik, başarılar kazandık. Ardından Tayfun Taşdemir, Adnan Yüksel, Murat Naci Çoklu, Lütfi Çenet, Yılmaz Özcan da başarılar kazandı.

 

Bununla birlikte Türkiye’de bilardo popüler bir spor haline geldi diyebilir miyiz?

Öyle bir dönemdi ki uluslararası arenada üç bant branşında başarılı olmak bir ütopyaydı. Hani imkansız, biri yapana kadardır ya… Öyle olunca, “Ben de yaparım.” diye düşünen bir jenerasyon geldi. Böyle bir örnek olmasaydı önlerinde belki de hiç inanmayacaklardı. Halbuki denemeden bilemezsin. Bana diyorlar ki, “Semih Bey, ben deniyorum, olmuyor.” Ya ben kaç senedir deniyorum; olmuyor, olmuyor. Yapamadım demiyor bir de deniyorum; olmuyor, diyor.

 

Ya işin yetenek kısmı?

Evet, sadece çalışmayla olacak iş değil ama yetenek tek başına o kadar ham bir şey ki. Mesela benimle aynı yeteneğe sahip biri aldığım dereceye belki benden bir sene sonra ulaşabilir. Fakat denemekten vazgeçiyor insanlar, kendilerine şans vermiyorlar. Kafaya koydum, ben bilardocu olacağım, bilardo oynayacağım, dedim. Hatta abim dedi ki, “Bırak bu top işlerini de askere git gel, dönüşte sana masa başı iş ayarlayalım.” Benim işim zaten masa başı! Çok para kazanmak çok önemli bir şeymiş gibi düşünülüyor. Önemli tabii ama ne hissettiğiniz de önemli. Başkasının hayatını yaşayanlar ya da seyredenler var. Her şeyi para kazanmaya endekslediğimizde bir alanda iyi olma halini unutuyoruz. Futbolcu olacaksam mesela kimi koyacağım önüme kriter olarak; Messi’yi, Ronaldo’yu. Onlardan daha iyi olmaya çalışacağım. Hayatım boyunca olamaya­cağımı bilsem dahi onlardan daha iyi olmaya çalışmayı bırakamam ben. Beni dinç tutan ileriye götüren şey o. Fakat bizde kapılar o kadar kapalı ki, “En büyük takımda oynuyorum, yılda da binlerce dolar kazanıyorum, ben iyiyim.” diye düşünüyorlar. Hayır, iyi değilsin, zenginsin o kadar. Ben alanımda iyiyim, profesyonel kariyerine 7,5 yıl ara vermiş biri olarak daha da iyisi için çalışıyorum.

 

Neden ara verdiniz?

Eski federasyonla fikirlerimizin çelişmesi yüzünden. Çok doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum. Eğer yola devam etseydim ne şu anda kişisel gelişim anlamında bulunduğum noktadaydım ne sportif olarak bu kadar huzurlu ve rahat hissediyordum.

 

Bu arada bilardo oynamadınız. Neler yaptınız peki?

Kendime yeni alanlar yarattım. Şu an Türkiye’nin aranan konuşmacılarından biriyim. Çok da sevdim ki yıllarca reddettiğim bir işti. Çünkü sahnedeki konuşmacının dikte eden, öğreten adam olması gerektiğini zannediyordum. Benim kimseye bir şey öğretmek gibi bir derdim yok, sadece yaşadıklarımı aktarıyorum; açık büfe kuran bir aşçı gibi düşünün. Anlatıyorum bütün çıplaklığıyla yaşadıklarımı, hayatımı, ne zorluklar yaşadığımı… Duygu sömürüsü de yapmıyorum. Bazıları stand-up yap, diyor. Hayır, ben hikaye anlatıyorum ve anlattığım hikayeler komik. Tabii yaşarken o kadar komik olmuyor ama sonradan bakınca, “Ne komikmiş!” diyorsunuz ve öyle anlatıyorsunuz.

 

Bir de albüm çıkarmıştınız yine o dönem…

Şarkı yarışmasına katıldım, şarkı söyledim, Türk sanat müziği albümü yaptım. Şarkı söylemeyi çok seviyorum ama konser vermek şarkıcı kimliğimi ispatlamak gibi derdim olmadı hiç.

 

Bilardo oynamaya yeniden başlamanızı sağlayan neydi?

 

Yeni bir yönetim geldi federasyonun başına. Dediler ki biz iyi şeyler yapacağız. Tamam, siz yönetime geliyorsanız ben de sahalara dönerim, dedim. Tabii bu bütün dünyada konuşul­du, hatta bu konuda iddiaya girmiş insanlar.

 

Sizin tabirinizle sahalara yeniden dön­mek zor oldu mu?

Hakikaten çok zorlu bir süreç yaşadım. İki sene vermiştim kendime, “Ne var abi çıkar oynarsın sen.” diyenler vardı. Öyle olmadı tabii. Dünya klasmanında adınız bile yok, amatörlerle yarışıyorsunuz. Psikolojik olarak farklı bir şey bu. Diğer yandan oyun sistemi değişmiş, farklı materyaller, bir sürü yeni oyuncu türemiş, herkes bilenmiş…

 

Size has vuruş tekniklerini de değiştirmek zorunda kaldınız öyleyse…

Bir vuruş vardı, düşünün ki iki buçuk metreden bir milim kalınlığında, 18,3 kilometre süratle vuracaksınız topa, en ufak tolerans bile yok yani. E yapamıyoruz bunu. Çünkü insanız, 100 vuruşta beş kere zor yapıyorsun. Ben bunu değiştirdim, baktık 100 vuruşta 90 tane oluyor. Buna Saygıner’in sihirli vuruşu dediler, sihirli falan değil. Kimse görmemiş, hiç düşünmemiş, ben formül ürettim. O zaman dergilerde yayınlandı bunlar. Üç bant bilardonun değiştiği dönem geldi sonrasında. Bilardoya verdiğim aradan sonra da kendimde radikal değişiklikler yaparak, bilardo oynama biçimimi değiştirerek başarılı oldum. Başka türlü başarılı olamazdım. Şu an dünya klasma­nında dördüncüyüm.

 

İlerisi için planlarınız var mı?

İlerisi? Bilmiyorum hayat ne getirir, nasıl gider, ne olur… Yani duruma göre hareket etmek zorundayım.

 

 

Paylaş

Bilardonun Efendisi: Semih Saygıner