SALGINA MEYDAN OKUMAK

İki yılı aşkın süredir hayatımızı COVID-19 pandemisinin gölgesinde, maskelerle, yeni normallerle, aşılarla ve virüsün varyantlarıyla sürdürüyoruz. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI BAŞKANI PROF. DR. FEHMİ TABAK, yaşantımızı baştan aşağı değiştiren ve 2022’de de hayatımızın merkezine konumlanan salgına dair detayları anlatıyor.

2021’i pandemi bağlamında düşününce başlangıç noktasına gitmemek pek mümkün olmuyor. Sıfır noktasına gittiğimizde Çin’deki deneyimleri gözlemleyen tıp dünyası böyle bir sağlık krizini küresel boyutta yönetmeye hazır mıydı sizce?

Dünya hazırlıklı görünse bile Dünya Sağlık Örgütü’nün, Birleşmiş Milletler’in organize olmadığını gözlemledik. Pandemi dediğimiz olay, tüm dünyayı ilgilendiren bir salgın. En bilineni 1918’de başlayan İspanyol Gribi; o zamanın şartlarında tahmini 50 milyon kişinin ölümüne sebep olmuş ve dünya, ancak dört yıl gibi bir zaman diliminde toparlanmış. Aslında son zamanlarda bir salgın bekleniyordu fakat koronadan çok influenza salgını olacağı düşünülüyordu. Virüs, her yıl ufak tefek mutasyon dediğimiz değişimler geçiriyor, Dünya Sağlık Örgütü, dünyanın çeşitli yerlerinden örnekler alıyor ve dünyada en çok görülen dört kökenden bir aşı üretiyor, onun için her yıl grip aşıları değişiyor. Grip aşılarında korkulan olay “antijenik shift” denilen, antijenik yapının tamamen değiştiği bir influenza virüsü. Çünkü bu virüs, yüz yılda bir gerçekleşen ciddi salgınlardan biri olacaktı. Mesela 2009 yılında bir değişimle domuz gribi salgını oldu. Temmuz ayında Kaliforniya’da başladı derken kış aylarına geldiğimizde her kıtada, her ülkede grip virüsü değişmişti ama korkulduğu gibi olmadı. Daha tehlikeli, akciğeri daha çok tutan, bugün olduğu gibi antijenik bir değişime uğramadı. Aşılar da vardı, iyi kötü ilaçlar da. Korktuğumuz gibi olmadan dünya onun üstesinden geldi. Korona aslında ufak ufak uyarılarını vermeye başlamıştı; mesela ilk koronavirüs 1960 yıllarında tanımlandı. Koronavirüsler, üst solunum yolları enfeksiyonlarına neden olur. Üst solunum yolları enfeksiyonlarına altı büyük virüs ailesi yol açar. Bunlardan biri koronavirüs ailesidir. Bu enfeksiyonlar soğuk algınlığı veya nezleden, akciğer enfeksiyonlarına kadar çok geniş spektrumda solunum yollarını etkileyen hastalıklara yol açar. Genellikle sorunsuz geçirilirken ileri yaşta veya bağışıklık sistemi yetersiz olanlarda, akciğeri tutarak ölüme neden olabilirler. Gribi kanıksıyoruz halbuki grip yılda 400 bin ila 600 bin kişinin ölümüne yol açıyor. Bugünkü rakamlara baktığımız zaman 2020’nin başından bugüne, neredeyse ikinci yılımızda, tüm dünyanın ekonomisini sarsan COVID-19 yaklaşık 400 milyon kişiyi etkiledi ve altı milyon kişinin ölümüne neden oldu. 

Pandemi sürecini yönetirken tıp dünyasında olumlu ya da olumsuz örnek uygulamalar anlamında hangi ülkeler öne çıktı?

Wuhan’da yarasadan olduğunu tahmin ettiğimiz bir bulaşmanın ardından çok kısa bir süre sonra Londra’da sokakta gezen bir insan COVID-19’a yakalandı. O zamanki koşullarda herkes çok rahat seyahat edebiliyordu, virüs de kendine hızla yayılacakrahat bir ortam buldu. Mesela Çin’de, bir buçuk milyara yaklaşan nüfuslu bir ülkede, COVID-19 salgını o kadar büyük bir tehdit olmadı çünkü Çin, vatandaşlarını çok iyi izledi. İzleme önemli çünkü sağlık önemli! Şu elimizdeki cep telefonları ateşimize kadar ölçecek ölçüde gelişmiş. Çin teknolojiyi kullandı ve halkını uyardı, çevrede hasta bir kişi varsa o kişiyi uyararak teknolojik bir izolasyon sistemi kurdu. Bunun üzerine bir de aşılamalar olunca olaylar hızla kontrol altına alındı.

 

Aşı ve aşılama konusunda alınan aksiyonların etkisini nasıl değerlendirirsiniz?

İlk vaka Wuhan’da 31 Aralık’ta tanındı ve onuncu gün yani 10 Ocak civarı izole edildi. Virüsün bütün genomu ortaya döküldü. Bir iki ay içinde salgına gideceği belli oldu; bulaşma ve korunma yolları belirlendi. Gelişmeler çok hızlı gerçekleşti ve aşı bulundu; insanlık ve bilim dünyası çok iyi bir iş birliği yaptılar. Bulunma aşamalarını göz önüne aldığımızzaman, aşılar pandeminin birinci yılında hazırdı ve biz de aşılanmaya başladık. Bugün baktığımızda 4 milyarı aşkın kişinin aşılandığını görüyoruz. 

 

Bilimin ve teknolojinin geldiği bu noktada, 1918’deki İspanyol Gribi salgınından farklı olarak şöyle pozitif bir durum var: O zaman insanların birçoğu açlıktan öldü çünkü salgınla beraber tarlaya gidip çalışacak kimse kalmadı, ayrıca sevkiyat da durdu. O zamanlar toplumun yüzde 80’i tarımda çalışıyordu. Şimdi bakıyoruz büyük bir kıta olan Amerika’da bile nüfusun sadece yüzde 1,5’i tarımda çalışıyor. Dolayısıyla bu güncel salgında açlık yaşamadık. Tabii bir de internet faktörü var. İnternetimiz hiç kesilmedi yani iletişim kopmadı, ayrıca eğitim de durmadı.

Bir yandan da aşıyla ilgili birçok tartışma, aşı karşıtı görüşler var…

Aşı karşıtlığının tarihi çok eski. Çok basit bir örnek vereceğim: Dünyada 270 milyon Hepatit B taşıyıcısı var, hastaların yüzde 5’i maalesef virüsü atamıyor. Bu grubun yüzde 1’i daha kronik hepatit oluyorlar, ardından da hastalıkları siroza doğru gidiyor. Ülkemiz, Hepatit B için 1998 yılında rutin aşı programına girdi. 1980’lerde bu aşı ile alakalı çok yoğun tartışmalar vardı; multipl skleroz’a mı yol açıyor diye. O zamanlar kliniklerde kronik hepatit olan birçok çocuk vardı. Şimdi bu gibi durumlar kalmadı. İşte bu, aşının etkisi. Gel de köpek ısırdıktan sonra kuduz aşısı olma! O köpek kuduzsa ve o virüsü bize bulaştırdıysa aşıyı yaptırmamak yüzde 100 öldürücü. Mesela hiçbir aşı karşıtının “Ben kuduz aşısı yaptırmam.” diyeceğini zannetmiyorum.

 

COVID-19 konusunda aşı çalışmalarının başarıya ulaşmasının nedeni, bağışıklık sisteminin virüsün üstesinden gelmesiydi. Bağışıklık sisteminin üstesinden geldiği hastalıklarda aşılar daha başarılı olabiliyor. Mesela çocuk felci, çiçek gibi birçok bulaşıcı hastalık aşı sayesinde kontrol altına alındı, alınıyor. Tıpta şöyle bir olay vardır; tedavi mi korunma mı? Toplum açısından her zaman korunma önde gider. Korunma maliyet açısından da önemlidir.

 

Aşıların olmadığı bir senaryoda neler olurdu?

Hep duyduğumuz sürü bağışıklığı nedir? Bir salgını kontrol altına alabilmek için o toplumun en az yüzde 60-70’inin iyi kötü hastalığı geçirmesi ve antikorlarının olması lazım. Mesela bir toplulukta herkes duyarlıysa bir kişinin öksürüğüyle, hapşırmasıyla virüs ulaştığı alana kadar bulaşıyor. Yapılan hesaplar şunu gösteriyor: Aşılar olmasaydı bu pandeminin kontrol altına alınması 7 ila 10 yıl arasında sürerdi. Sizce insanlığın bu süreyi beklemeye tahammülü var mı? Yani COVID-19 salgını iki yılda bütün insanlığı felç etti bile!

 

Farklı firmaların değişik aşı yöntemleri var ama sonuçta hangi yöntemi kullanırlarsa kullansınlar virüsün dikenimsi çıkıntılarına karşı aşıyla antikor elde edilebiliyorsa o aşı etkilidir. Dünyada ilk kez uygulanan mRNA aşıları Amerika ve dünyanın birçok yerinde, Biontech’in geliştirdiği aşı gibi aynı yöntemi kullanıyor. “Genetik yapımızı bozacak mı, değiştirecek mi?” diye hep soruluyor. Bir DNA, bir de RNA vardır, RNA’lar hücrenin çekirdeğine giremez; girse şimdi dedikleri gibi beş kulaklı, üç gözlü insanlar olurdu! Bu aşılar, gebelere yapıldı ve bir problem olmadı. Bir aşının problemli olup olmadığı 3-6 ayda ortaya çıkıyor. Aşıların birinci yılına geldik ve ortada bir şey yok, yani rahatlıkla aşılar güvenli diyebiliriz. Aşıların, önce faz çalışmaları yapılır, bilimsel iş birliğinin çok güzel geliştiği bir alandır bu. Mesela Pfizer, sadece bizde değil, dünyanın birçok yerinde (çok merkezli çalışma diyoruz bunlara) duyarlı kişileri aşı programına aldı. Tüm Türkiye 600 gönüllü hastayla, biz de Cerrahpaşa olarak 60 gönüllüyle katıldık. Bunu dünya genelinde düşünün yani farklı ülkelerden, farklı yaş gruplarından farklı alanlarda çalışan, farklı bağışıklık sistemlerine sahip kişilerde denendi. Bakıldı ki gerçekten etkili; Dünya Sağlık Örgütü ve ilgili kuruluşlar hemen onay verdi. Çin’de de iki firma, inaktif dediğimiz, bildiğimiz bir yöntemle aşı geliştirdi.

 

Yine çok gündemde olan bir konu olarak aşıların yan etkilerini de konuşalım… Aşılar gerçekten bu kadar tartışma yaratacak etkilere sahip mi?

Aşıların yan etkisi yok mu? Tabii ki var. En basitinden birkaç gün kas ağrıları, ateş olur ama bunlar bir iki günlük olaylardır. Mesela aşıya bağlı gençlerde kalp kası iltihabı oldu ama bu durum bir milyon kişinin 17’sinde gelişti. Zaten biz durmadan virüs alıyoruz, hiç geçirmesek yılda 2-3 nezle ve soğuk algınlığı olmuyor mu? İşte o virüsler de kalp kası iltihabı yapabiliyor. Şu anda yoğun bakımda yatan hastalara bakıyoruz; büyük çoğunluğu aşısız ya da eksik aşılılar. Hastalığı geçirenlere bakıyoruz, aşılılar ama çok hafif geçiriyorlar. Aşılar arasında etkinlik olarak fark var mı? Tabii ki, mesela inaktif aşıların etkinliği mRNA aşılarına göre daha az. mRNA daha yeni bir teknoloji olarak öne çıkıyor.

8bae5c462a8a1f6fea9c80e26f9a9360

VİRÜSTEN KURTULABİLECEK MİYİZ?

Bugüne kadar dünyanın tecrübesi şöyle, hiçbir salgın sonsuza kadar devam etmemiş; bir şekilde kontrol altına alınmış. Bu virüsün toplumdaki yayılımı oluşan sürü bağışıklığına ek olarak geçen yüzyıldan farkımız, aşımız oldu. Şimdi ikinci yılda aşılıyız, daha rahatız. Bildiğimiz bir şey var, virüsler sürekli mutasyon geçirirler. Mutasyon virüsün kendini korumaya almak için yaptığı bir şeydir. Yüzde 90’ı iyiye doğru gider ama yüzde 10’u daha kötüye evrilir. Delta’dan sonra omicron varyantı çıktı ve virüs mutasyona uğramaya devam edecek. Tamam, omicron daha hızlı bulaşıyor olabilir ama bu varyantta ölümlü vakanın önceki varyantlara göre belirgin şekilde az olması dikkat çekicidir. Hızlı yayılan, akciğeri fazla tutmayan bir nezle, soğuk algınlığı gibi geçecek hale geldiği zaman artık mevsimsel bir grip haline dönüştü, diyebileceğiz.

Prof. Dr. Fehmi Tabak kimdir?

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra aynı fakültenin İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini tamamladı. 1991’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı’nda uzman olarak çalışmaya başladı. 1995’te Amerika Birleşik Devletleri’nde Tulane Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü’nde “Research Fellow” olarak çalıştı. 1996’da doçent, 2002’de profesör oldu. Halen İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi ve Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmalarını sürdürüyor. İlgi alanları, viral hepatitler, HIV ve diğer immun sistemi baskılanmış hastalardaki enfeksiyonlardır.

Paylaş

SALGINA MEYDAN OKUMAK