KAMPÜSTEKİ NESİLLERARASI RANDEVU OLMAZSA OLMAZ

2021’in gündem maddelerinden biri eğitimdi. Online ve hibrit eğitim olanaklarının yüz yüze eğitimin yerine geçip geçemeyeceği, üzerinde en çok durulan konular arasında yer aldı. Özellikle nesillerarası randevu olarak tanımladığı üniversite eğitiminin yüz yüze yapılmasının şart olduğunu vurgulayan KOÇ ÜNİVERSİTESİ MÜTEVELLİ HEYET DANIŞMANI PROF. DR. UMRAN S. İNAN, bunun sebeplerini açıklıyor.

 

Türkiye’de eğitim sistemi dediğimizde konuşulacak çok konu var. Bu nedenle özellikle pandemiyle birlikte eğitim sisteminin ortasına yerleşen online eğitim üzerinden başlamak istiyoruz. Sizce eğitim sistemimiz online’a hazır mıydı? 

Pandemi Türkiye’yi vurduğu zaman iki hafta içinde bütün derslerimizi online vermeye başladık. İnternet ortamımız ve bant genişliğimiz itibarıyla belli ki buna hazırdık. Tabii ki iyisiyle kötüsüyle tökezlemeler oldu. 2-3 ay sonra her yerde, “Online eğitim çok güzelmiş, artık üniversiteler bitti.” diye konuşulmaya başlandı. O zamanlar yine olayları yakından takip eden biri olarak gördüm ki esasında pandemi ortamı bize online eğitimin olabilirliğini göstermenin ötesinde eksiklerini de gösterdi.

Örgün eğitimle kıyasladığınızda online eğitimi hangi yönlerden eksik buluyorsunuz? 

Pandemiden önce Amerika’da Coursera gibi kuruluşların, üniversite eğitimini online verebilmek gibi hayalleri vardı. Ama pandemiyle birlikte hiçbirinin kampüsteki eğitimin yerine geçemeyeceğini gördük. Benim zihnimde üniversite eğitimi, nesillerarası bir randevu olduğu için bunun kampüslerde gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Burada öğretilenlerin içeriğinden çok, hocalarla öğrenciler arasındaki ve öğretim üyelerinin ya da öğrencilerin kendi aralarındaki etkileşim, disiplinlerarası dolaşımlar, kampüsteki ya da kulüplerdeki aktiviteler önemlidir. Bana göre 18 yaşından 22 yaşına geçişin gerçekleştiği ortam yani üniversite en klasik tanımıyla budur. Bu ortamda online’ın minimal kullanımından bahsedebiliriz. Bir öğrencinin diploma için 40 ders alması gerekiyorsa bunlardan 2-3’ü Coursera gibi şirketlerin çok efektif konularda verdiği eğitimler olabilir. Ya da öyle bir hoca olabilir ki dünyada yüz bin kişiye bu dersi veriyordur, artık o dersin uzmanıdır; öyle bir uzmanlığın da hep üniversitede kalması lükstür. İşte o hocanın verdiği ders online verilebilir, üniversite de; “Bu dersi kampüsümde verilmiş olarak sayıyorum.” diyebilir.

2021 hibrit yaklaşımları gördüğümüz bir dönem oldu. Eğitimde hibrit sistemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Online eğitim döneminde verdiğim derslerde öğrencilerimin tükenmişliğini gördüm. Olağanüstü bir heves, heyecan ve istekle, “Kampüse ne zaman döneceğiz?” diye soruyorlardı. Dolayısıyla online eğitimin üniversite kampüslerindeki randevunun yerine geçmemesi gerektiği daha net görüldü. Pandemi vasıtasıyla üniversiteler boyutlarına ve kaynaklara göre, teknolojik bir dönüşüm geçirdiler. Mesela, biz derslerimizi online verebiliyor olsak da Sonbahar 2020’de yüz yüze eğitime hazırdık. Sınıflarımızdaki dersin veriliş kalitesinin de başka bir düzeye çıktığını söyleyebiliriz. Şimdi artık tüm sınıflarımızda ders verilirken, hoca tahtaya bir şeyler yazarken veya ekranda bir sunumu yansıtırken birçok farklı açıdan sınıfın kaydı alınıyor; ders naklen yayınlanıyor ve en yüksek çözünürlükte kopyalanıp saklanıyor. Öğrenci 4. sınıfa geldiğinde bile 1. sınıftan aldığı bir dersi tekrar edebiliyor. Daha önce böyle bir şeye imkan yoktu. Öğrencilere kolaylık da oluyor; dersi dinlerken not almaya artık gerek kalmıyor, dersin kaydı zaten var, hafızalarda da dört sene tutuluyor. Öğrenci dersi ister canlı ister sonra kayıttan dinleyebiliyor.

 

Sonbahar 2021’de artık öğrencileri kampüse getirdik. Şu anda gelenler çok fazla, tabii gelmeyenler, online devam edenler de var. Diğer dinamikleri de unutmayalım, mesela trafik… Sınıflarımızdaki oturma ortamını seyreltmek için derslerimizi 8.30’da başlayıp 19.30’da biten geniş bir zaman dilimine yaydık. Geldiğimiz noktada öğrencilerimiz, hem trafikte uzun zaman harcamıyorlar hem de kampüsteki ihtiyaçları olan etkileşimi gerçekleştiriyorlar. Hocasını görüyor, arkadaşlarını görüyor, yemeğini yiyor, kulüp faaliyeti varsa onu yapabiliyor…

2020 ve 2021’e baktığınızda bu yıllarda ortaya çıkan örneklerden hangileri eğitime katkı sundu? 

Aslında 40 küsur sene önce, 1975-1976’da benim Stanford Üniversitesi’ndeki öğretim üyeliği dönemimde de “online eğitim” gerçekleşiyordu. “Stanford Instructional Television Network” olarak adlandırılan bu sistem, Stanford Üniversitesi’nin bilgi dağarcığını Silikon Vadisi’ne yaymak için kullandığı olağanüstü bir sistemdi. İnternetin olmadığı o zamanki koşullarda mikrodalga linklerle, kablolarla bağlanmış bir şekilde birçok ders verdim. Bu şekilde bağlanarak Colorado’daki şirketler benim dersimi alıyorlardı. Uzaktan bağlanan öğrenciler soru sorabiliyor, ben de o anda canlı cevap verebiliyordum. Derslerin kaydı “Betamax” video kasetlere alınıyordu. Sonradan isteyenler kütüphanede dersi dinleyebiliyordu. Bu şimdi birdenbire bütün üniversitelerin yapabildiği bir şey oldu. Bence muhteşem bir dönüşüm!

 

Elimizdeki bu mükemmel teknolojik altyapıyla gerçekten de uzaktan yani hiç gelmeden ya da çok az gelerek üniversite ortamından faydalanabilecek durumlar ortaya çıktı, özellikle lisansüstü programlar için. Yüksek lisans eğitiminde artık öğrencilerin okula gelmeleri gerekmiyor. Yani farklı şehirde çalışan bir mühendis, Koç Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmak isterse bu mümkün.

 

Derslere gelemeyen öğrenciler de kayıtlardan dersleri takip edebiliyorlar. Ya da öğrencinin durumuna göre; mesela İzmir’deki milli sporcu olan bir öğrencimize “İstersen gelme, sınavını uzaktan al.”, başka bir ülkede COVID-19 tedbirleri kapsamında mahsur kalmış bir diğer öğrencimize “Tamam, sen dersini uzaktan al.” diyebiliyoruz. Tabii bu gelişmeler üniversitelerin online olduğu anlamına gelmiyor. Tıptaki anatomi dersinde kadavranın fiziki olarak incelenmesi şart, bunu başka türlü yapamazsınız.

Eğitimde fırsat eşitliğinin oldukça önem verdiğiniz bir konu olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin dört bir yanındaki başarılı ancak maddi durumu yetersiz öğrencilerin Koç Üniversitesi’nde burslu okumalarını sağlayan Anadolu Bursiyerleri Programı’na başvuran öğrenciler pandeminin yarattığı olanaksızlıklardan nasıl etkilendiler? 

Anadolu’nun ücra köşesinde yaşayan başarılı öğrenciler, nitelikli eğitim olanaklarına ulaşamadıkları için üniversiteye alım sisteminin imtihanla yapıldığı bir ülkede hayata yüzlerce adım geriden başlıyorlar. İmtihanın kalkmasına imkan yok çünkü kayırıcı bir ortamdayız. Dolayısıyla bu çocuklara bir el uzatmak gerekiyor. Onlara yardımcı olmak bizim boynumuzun borcu. Programa bağışçı olarak dahil olan kurumlarla el ele vererek bursiyerlerin Koç Üniversitesi’nde eğitim almalarını sağlıyoruz. Eğitim masraflarının üçte ikisini bağışçı, üçte birini ise üniversite karşılıyor.

 

Bu öğrenciler pandemi döneminde perişan oldular. Anadolu’nun pek çok noktasında eğitim iyice tökezledi. Bunun sonucu olarak üniversite imtihanlarına girişte enteresan bir yerde olacaklar. Pandemi sürecinde lise eğitimindeki kesintilerden dolayı el uzatmamız gereken çocukların şeklinin, şemailinin ve sayısının değişeceğini düşünüyorum. Türkiye’nin en değerli beyinlerinin çok güzel yerlere gelme potansiyelleri olduğunu da biliyoruz. Bu nedenle Anadolu Bursiyerleri Programı’nda daha çok bağışçımızın olmasını isterim. Her yıl aşağı yukarı 6.000 başvuru alıyoruz. 982 öğrencimiz bu şekilde okuyor. Bunu keşke başka üniversiteler de yapsa, keşke biz daha fazla öğrenci alabilsek.

‘İYİ EĞİTİM’ NASIL OLMALI? Bu soruya cevap verirken tereddüt ediyorum. Çünkü nesillerarası randevu çerçevesinde şöyle düşünüyorum. Çocuğun hak ve hürriyetlerine saygı duymak lazım. İyi eğitimin çerçevesini belirleyen ben olmamalıyım; bunu çocuklarla birlikte belirlemeliyim. Tecrübelerimin çokluğu ya da azlığı dolayısıyla bazı konulara müdahil olmamalıyım. Eğitimin nasıl olması gerektiğini yukarıdan aşağıya dikte etmemeliyim, onları serbest kılmalıyım ki istedikleri yerlerde koşabilsinler. Çocuklara şunu demişiz, bunu demişiz… Yapan yapar, yapmayan yapmaz; bunun peşinde koşmanın ailemi yok. Hibrit eğitimde de aynı durum söz konusu; hoca sınıfa öğrenciyi getirmek istiyorsa dersi o kadar güzel vermeli ki öğrenci de gelmeli.

Prof. Dr. Umran S. İnan kimdir?

Prof. Dr. Umran S. İnan, 1972’de lisans, 1973’te yüksek lisans eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. 1977’de Elektrik-Elektronik Mühendisliği dalında Stanford Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. Stanford Üniversitesi’ndeki akademik hayatı boyunca jeofizik, yakın uzay, iyonosfer ve atmosfer fiziği, radyasyon kuşakları, elektromanyetik dalga-temel parçacık etkileşimi ve çok düşük frekanslı radyo bilimi alanlarında çalışmalar yaptı; şimdiye kadar 60 doktora öğrencisi mezun etti. Umran İnan’ın Stanford Üniversitesi’ndeki araştırma grubu uzun yıllar Antarktika dahil olmak üzere yedi kıtada kırktan fazla yerde ve aynı zamanda da Dünya yörüngesindeki çeşitli uydularda gözlemler yaptı. Bu çalışmaların bir kısmı halen ABD’nin diğer üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalışmakta olan eski doktora öğrencileri tarafından yürütülüyor. Umran İnan, Amerikan Jeofizik Birliği, Uluslararası Elektrik ve Elektronik Mühendisleri Enstitüsü ve Amerikan Fizik Kurumu’nun “Fellow” rütbeli üyesidir ve Uluslararası Radyobilim Birliği’nde çeşitli görevlerde bulunmuştur. 2010’da Türkiye Bilimler Akademisi Üyeliği’ne seçilen Umran İnan’ın çalışmaları sebebiyle Antarktika’daki bir dağ “İnan Tepesi” olarak isimlendirilmiştir. 2009-2021 arasında Koç Üniversitesi Rektörlüğü görevini yapmış olan Umran İnan, halihazırda Koç Üniversitesi Mütevelli Heyet Danışmanı olarak görev yapıyor.

Paylaş

KAMPÜSTEKİ NESİLLERARASI RANDEVU OLMAZSA OLMAZ