Tasarımda well-being neden önemli?
Endüstri Devrimi’yle dünyada hız kazanan sanayileşme hareketi, 19.yüzyılın sonlarında fosil yakıt kullanımına geçilmesine, 20.yüzyıl sonlarında çevre sorunlarının gün yüzüne çıkmasına sebep oldu. Şimdi de dünya yok olma tehdidiyle karşı karşıya. Bugün dünya nüfusunun yarısının şehirlerde yaşadığı ve 2050 yılında bu oranın yüzde 70’lere dayanacağı düşünüldüğünde tüketim alışkanlıklarıyla birlikte insanlığın çevreye olumsuz etkisinin artmaya devam edeceği önemli bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Çevre kirliliği, küresel ısınma, yaşam alanlarının hızla yok olması gibi hayati sorunlar tamamen ortadan kaldırılamasa da riskin ve tehlikenin azaltılabilmesi için “sürdürülebilirlik” kavramı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de üzerinde durulan bir konu. Bu bağlamda mimarlık, tasarım ve yapı dünyasında da uzun süredir birçok proje, enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik konularına odaklı olarak geliştiriliyor. İlk olarak Breeam ile başlayan ülkesel ölçekteki sertifika programları, şu an farklı ülkelerin kendi belirlediği standartlar çerçevesinde devam ediyor. Yeşil bina danışmanları liderliğinde yürütülen bu projelerin sayısı sadece mimari projelerde değil, iç mimari projelerinde de gün geçtikçe artıyor. Bu önemli ve olumlu adımlar, gerek çevre koruma algısının yaygınlaştırılması gerekse proje ve yapım kalitesinin artması adına değerli adımlar olarak önemini koruyor.
Yeni yaklaşımlar
Tabii enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik üzerine yürütürken bu çalışmaların yanında, dünyada yeni yaklaşımlar ortaya çıktı. Teknolojinin hızla gelişmesi ve kuşak değişimi, bina kullanıcı alışkanlıklarının, beklentilerinin ve ihtiyaçlarının değişimini beraberinde getirdi. Mekan tasarımında, iş ve eğlence arasında sınırlar kalktı ve artık duygulara hitap eden, yaşamla iç içe geçmiş mekanlar önemini artırmaya başladı. En önemlisi, tasarımda “insan merkezli tasarım” anlayışı ön plana çıktı.
Well-being kavramı ve bunun bir ürünü olarak, Ekim 2014’ten bu yana dünyada gündemde olan “well” yaklaşımı, tasarımda insan sağlığı ve esenliğini destekleyip geliştiren belli kuralları ve takip edilmesi gereken yöntemleri ortaya koyuyor. Bilimsel araştırmaları temel alan bu yaklaşımda çevre sağlığı, davranışsal faktörler, insan sağlığıyla ilgili araştırma sonuçları yine insan sağlığını etkileyen demografik risk faktörleri, yapı tasarımı, inşaat ve yönetimi alanlarında önde gelen uygulamalarla entegre edilerek geliştiriliyor.
3 kısa tarif
Bu noktada, kavramlara dair kısa tarifler yapmak faydalı olacaktır:
Biyofili: İnsan, varoluşundan bugüne kadar doğayla sürekli içgüdüsel olarak bağlantı içinde olan bir varlıktır. Şehirleşmeyle birlikte doğa ve insan arasındaki fiziksel bağ zayıflasa da zihinsel irtibat isteği ve davranış doğası özünü koruyor. Biyofili (biophilia) kavramı, insanın doğa ve tüm canlılarla olan içgüdüsel bağlantısını, birlikteliğini ve ilişkisini ifade ediyor.
Wellness: İnsanın beden, zihin ve ruh birlikteliğiyle sadece hastalıklardan korunarak sağlıklı olmasından öte sürekli optimumda sağlıklı olmasına, doğru bir yaşam için atılan adımlara ve seçilen yola verilen isimdir. Sürekli eğitim gerektiren wellness kavramıyla fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlığımızı sosyal, çevresel, ailevi, mesleki durumumuzu bir arada ve dengede tutabiliriz.
Well-being: Wellness kavramından biraz daha farklı şekilde, “esenlik” olarak tariflenebilir. Esenlik, insanın hem fiziksel hem de zihinsel ve ruhsal iyi olma halidir. Her geçen gün artan şehirleşmeyle doğadan hızla kopuşumuz hem günlük yaşamımızda hem de iş hayatımızda strese ve çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Well, bu saydıklarımızın tamamını aslında sadece iç mekan ölçeğinde değil, şehir planlama ve mimari proje ölçeğinde ele alan, kriterlerini de o tabana oturtan ve her projeye kolaylıkla adapte edilebilen bir yaklaşım. Tasarımın doğası gereği her zaman odağında insan ihtiyaçları, beklentileri, sorunları, çözümleri yani insanın ta kendisi vardır. Bu sebeple, tasarım süreci içinde well-being kavramı da biyofili ile bir arada ele alınır.
Kurumsal esenlik
10 yılı aşkın süredir yeni nesil çalışma alanları üzerine çalışan Mimaristudio olarak konuya çalışma mekanları özelinde bir parantez açmak istiyoruz. Açık ofis kavramı 1900’lü yılların başından bugüne dünyada çok uzun süredir yaygın olarak kullanılan bir çalışma sistemi. Belirli dönemlerde farklı şekil ve kullanımlarla karşımıza çıkan açık çalışma alanları, günümüzde birer yaşam alanı olarak ele alınıyor. Zamanının yüzde 90’ını iç mekanlarda, 11 saate yakın bir süreyi de teknolojiyle içiçe geçiren bizler için, çalıştığımız mekanların sundukları önem kazanıyor. Yapılan araştırmalara göre çalışanlar artık kendi sağlıklarını daha fazla ön planda tutuyor, şirketler ise çalışanların esenliklerini desteklemek için sağlık programlarına daha fazla yatırım yapıyor. Kurumsal esenlik olarak da son dönemde karşımıza çıkan bu kavram penceresinden bakıldığında artık yeni nesil için tek kriterin maaş, sigorta ya da sosyal imkanlar olmadığı görülüyor. Şirketlerin sağladığı başta fiziksel koşullar olmak üzere diğer imkanların da ciddi kriterler haline geldiği araştırmalar ve anketlerle ortaya koyuluyor.
Somut bir örnek vermek gerekirse, uluslararası bir kuruluşun 2019 yılında çalışma alanları ve çalışanlar üzerine yaptığı bir araştırmanın sonuçları şöyle: Çalışanların yüzde 53’ü gün ışığına eriştiklerinde, yüzde 28’i dış mekan ve doğayla irtibatlı bir çalışma alanına, yüzde 25’i ise çalışma alanlarında parlak renklere sahip olduklarında, yüzde 34’ü sağlık programlarına ulaşım imkanlarıyla, yüzde 67’si esnek çalışma takvimiyle, yüzde 42’si sessiz bir çalışma ortamı içinde, yüzde 43’ü sağlıklı yeme-içme olanakları bulunduğunda ve yüzde 30’u nerede, nasıl ve ne şekilde çalışacakları konusunda özgür olduğunda fiziksel ve zihinsel anlamda daha iyi hissettiğini vurguluyor. Bu verilerin doğal bir sonucu olarak çalışanların firma içi mutluluklarının, aidiyet hislerinin, verimliliklerinin arttığı, uzun mesailerin azaldığını gözlemleniyor. Araştırma ve çalışmalar, well yaklaşımının da ana kriterleri olan doğal hava, insan merkezli aydınlatma, akustik konfor, temiz su, sağlıklı besin, hareket imkanı, ısısal konfor, doğal malzemeler, zihin ve toplum gibi başlıklar altındaki adımlarla tüm mekan kullanıcılarının daha sağlıklı, mutlu ve verimli bir yaşam sürdürmelerinin sağlanabildiğini gösteriyor.
Daha fazlası için...
Mimaristudio olarak Türkiye’de henüz çok yeni olan bu kavram üzerinde iki yılı aşkın süredir çalışıyoruz. Bu bağlamda hem kendi projelerimizde planlama aşamasından itibaren bu yaklaşıma ve kriterlerine yer veriyor hem de davet edildiğimiz panel, söyleşi ve konuşmalar için bu yaklaşımla ilgili temel bazı bilgilendirmeler yapıyoruz. Zira well konusunun sadece tasarım gruplarının projelerinde temel almasının yanında, projelerin işverenleri tarafından da sürdürülmesi, takip edilmesi ve desteklenmesi gereken bir yaklaşım olduğuna inanıyoruz. Önümüzdeki yıllarda sürdürülebilirlik ve enerji verimliliği konularıyla paralel olarak farklı tip ve ölçekte projelerde well yaklaşımının daha fazla yer bulacağına inanıyoruz.
Mimaristudio hakkında
Mimari proje, iç mimari proje, saha uygulama ve uygulama kontrolü çalışmaları yanında, projeye özel mobilya, aydınlatma, akustik ürün tasarımları ve bunların üretimleriyle ilgili hizmetler de veren Mimaristudio, özelliklewell-being kavramı ve biyofilik tasarım yaklaşımı temelinde yeni nesil çalışma mekanları tasarımları üzerine araştırma ve çalışmalarını sürdürüyor, ulusal ve uluslararası kurumsal firmaların mekansal çalışma kültürü değişimlerini yönetiyor.