Doğanın içinde keyif dolu anlar

Dağcılık, hiking, kampçılık, trekking, bushcraft… Bu kavramlardan kimi tanıdık kimi değil belki. Ama bildiğimiz bir şey var ki hepsi doğayla iç içe olmamızı sağlıyor.

Doğaseverlerin hobileri iç içedir, hiçbir dağcı sadece dağcılıkla yetinmez. Zaman zaman zirve ve kaya tırmanışları yerini günlük doğa yürüyüşlerine veya kamplara bırakır. Kamp ateşinin başında heveslendiren hikayeler anlatılır, ortak serzenişlerde bulunulur; bu konuşmalar birçok arkadaş edinmeyi sağlar. Bu etkinliklerde kendinizi elinizde büyüteçle mantarları incelerken ya da renkli taşlar toplarken bulabilirsiniz. Doğaseverler olarak doğayı ve doğanın insana kattıklarını anlamak ve öğretmek için araştırmalar yaparken yeni keşifler de yaparsınız.

 

ÇOCUKLARIMIZA BIRAKABİLECEĞİMİZ TEK MİRASIMIZ: DOĞA 

1999’da Gölcük depreminin yaşanmasının ardından hiçbir çıkar gözetmeksizin yardımımıza koşan “dağcılar” ile tanıştım. Yurt dışından bile yardımımıza gelen bu kişiler, zor şartlar altında depremzedeler için ter döküyorlardı. Filmlerdeki süper kahramanların gerçek olmadığını çocuklar bile bilir fakat bu kişiler bizim gibi depremzedeler için gerçek birer süper kahramandı. Onların özverili çalışmalarından etkilenerek dağcılık kulübüne üye oldum. Deprem sonrasının zor şartlarından dolayı Konya Selçuk Üniversitesi’ndeki okul kaydımı dondurmuştum. Bu boşlukta dağcılıkla ilgilenmek için çok vaktim oldu.

 

 

Dağcılık denince akla soğuk, karlı zirvelere tırmanmak gelse de aslında bu alanın çok çeşitli dalları vardır. Dağcılık seçtiğiniz stile göre birçok ekipman gerektirebilir. Çoğu zaman kulüpler ekipman temini için sponsor bulmakta zorlanır. Bu zorluk sebebiyle ülkemizdeki dağcılık kulüpleri tarafından en çok “alpin stil” tercih edilir. Hızlı ve az ekipmanlı tırmanışlar için ben de alpin stilini kendime uygun görüyordum. Ayrıca bu stille dağcılıkla ilgilenmeyenlerin kolay kolay erişemeyeceği zirvelere ulaşma şansınız olur ve en önemlisi hafta sonu dahi rahatça yapabilirsiniz. Eğitim ve iş hayatınızı çok fazla kısıtlamadığından dolayı alpin stil başlangıç seviyesinde olanlar için avantajlıdır.

 

2000 yılında tekrar üniversiteye başladım ve ilk fırsatta Konya Selçuk Üniversitesi Dağcılık Kulübü’ne üye oldum. Dağcılığa yeni başlayan herkesin ilk isteği elbette zirveye tırmanmaktır ancak okulun açıldığı zaman dilimi sonbahar-kışa denk geldiği için bu dönemde zirveye tırmanış nadirdir. Okula başladığımda gördüğüm ilk tırmanış etkinliği, Kayseri Erciyes Dağı’nda 3.916 metreyeydi. Türkiye’nin en yüksek beşinci zirvesine tırmanacaktım. Güneşin doğuşunu zirve yolunda izlediğimde yapmak istediğim şeyin tam olarak bu olduğuna karar verdim. Erciyes Dağı’ndan sonra Kaçkarlar, ardından Süphan Dağı tırmanışını gerçekleştirdim. Bu dönemde diğer stillerle tanıştım.

 

Hafta sonları hiking ve trekking yaparken ilkbaharda kaya tırmanışlarına başladım. Türkiye Dağcılık Federasyonu ilk kez 2000 senesinde Uluslararası Kaya Tırmanış Şenliği düzenlemişti. Kaya tırmanışıyla bu etkinlikte tanıştım. Sonrasında Antalya’da Geyikbayırı tırmanışına katıldım, burası tırmanış cenneti olarak da biliniyor. Kaya tırmanışını da içeren sportif tırmanışları tercih edenler olduğu gibi, hiking dediğimiz günlük dağ yürüyüşlerini tercih edenler de vardır. Gece konaklaması yapılırsa bu yürüyüşler trekking olarak adlandırılır. “Expedition” olarak adlandırdığımız, büyük emek gerektiren, bol iniş çıkışlı, oksijene uyumun zor olduğu dağcılık çeşidinde mutlaka ara kamplarda konaklamak gerekir.

 

Dağcılar, kampçılar, trekking’çiler organizasyonlarda sık sık bir araya gelirler. Bu organizasyonlarda birçok farklı stil, rota ve plan üzerine konuşulur. Yine böyle bir konuşma esnasında uzun yürüyüş rotaları aklıma düştü. İrlandalı bir çift 550 kilometrelik Likya Yolu’nu yürümek için buraya gelmişti; benim böyle bir rotadan haberim dahi yoktu. Bir yıllık araştırmalarım sonucunda bu yolu yürümeye karar verdim. Rotadaki işaretlerin yer yer belli olmadığı, zaman zaman yaban hayvanlarıyla karşılaşabileceğiniz çok uzun ve zor bir rotaydı. 34 günde tamamladığım bu yolda karşılaştığım biri sayesinde 800 kilometrelik Karia Yolu’nu öğrendim ve lisans hayatımın son yaz tatilinde bu rotayı da tamamladım. 

 

Keşfettiklerim arasında bushcraft da var. Dünyada yeni tanınmaya başlanan bu akım, yabani hayatta teknolojik ekipman kullanmadan rahat yaşama sanatıdır. Survival stilde amaç, doğanın karşınıza çıkardığı zorluklardan kurtulmakken bushcraft doğada daha çok emek ister. Genlerimizden bize aktarılan birçok yaşanmışlığın aslında bu stile uygun olduğunu düşünüyorum. Birçok video izleyerek başladığım bu yolculukta dünyaca ünlü profesyonellerden tamamen doğal yöntemlerle uygulanan teknikleri içeren eğitimler aldım. Yani günümüzün teknolojisiyle üretilmiş ekipman olmadan ateş yakma, barınak yapma, yemek ve su bulma, avlanma gibi yöntemleri öğrendim.

 

Hobilerimi ailemle yapmayı tercih ediyorum. Eşimin de bu konuda hevesli ve yetenekli olması doğaya daha fazla zaman ayırmamızı sağladı. Eşim ve kızımla katılabildiğim yürüyüşler, doğada en keyif aldığım aktiviteler. Bushcraft’ta öğrendiğim teknikleri kızıma öğretmeyi çok seviyorum. Doğada bulduğu suyu nasıl sterilize edeceğinden doğada yiyebileceği bitkileri nasıl seçeceğine kadar birçok şeyi öğretmeye çalışıyorum. İnsanlara bu konularda bir şeyler aktarmaya, doğayı seven herkesin karşılaşabileceği temel zorlukları öğreterek başladım. Kızım bu sayede hiçbir ekipmanı olmadan ateş yakabiliyor. Bunu yedi yaşındaki kızımın yapabildiğini öğrenenler benden eğitim almak ve aileleriyle birlikte doğa turlarımıza katılmak istediler. Kızımın yapabildiklerine şaşıranlar, şimdi kendi yaptıklarıyla mutlular. Ayrıca doğanın mücadele edilmesi değil, uyum sağlanması gereken bir yer olduğunu görüyorlar.

 

Hayat felsefemde kaçmak hiçbir zaman kurtulmak anlamına gelmez. Çünkü hayatın koşturmacası sizi aynı hızda kovalar. Tıpkı bushcraft öğretisinin temelinde olduğu gibi o koşturmaya uyum sağlamanız gerekiyor. Ancak o zaman koşturmacanın aşamalarını anlarsınız, doğadaki boşlukları fark edersiniz ve fırsatları keşfedersiniz. Doğa ile modern hayatı harmanlayıp iş hayatınıza uyguladığınızda yeni teknikler öğrenmenin ve öğretmenin önemini bir kez daha görüyorsunuz. Unutmayalım ki doğa, çocuklarımıza bırakabileceğimiz tek ortak mirasımızdır. Bu nedenle doğada vakit geçirmemizi sağlayan her etkinliğin sonunda doğayı temiz bırakmalıyız.

 

Paylaş

Doğanın içinde keyif dolu anlar