Bir şifa bağımlısından öneriler
Bundan 12 sene evvel, kuzenim Türkiye’ye gelen gurulara beni götürmeye başladı. Seminerlerini dinlemeye gittim. Sonra ortaya “Secret” diye bir kitap çıktı: “Sır”. Bir de herkesi oldukça heyecanlandıran bir kitaptı; çok şaşırıyorlardı ama hepsi aslında benim o seminerlerde duyduğum şeylerdi. Kuzenim götürdüğünde hiçbir şey anlamamıştım, genceciktim, duyduklarım soyut gelmişti. İşte o zaman tanışmıştım alternatif tıpla. Sonrasında kızım iki yaşındayken ortaya çıkan, 13’ündeyken geri gelen, vücudun bağışıklık sisteminin kendine açtığı bir savaş olarak adlandırabileceğimiz nadide otoimmün hastalığından ötürü çok sayıda şifacıya gittim, kapı kapı dolaştım. Bundan modern tıbbı reddettiğim anlaşılmasın! Tabii ki en başta dermatologlara, hastanelere, çeşitli uzmanlara gidip “Bunun tedavisi yoktur.” cevabını duyduktan sonra alternatif olarak şifa aramaya devam ettim. Gittiğim her şifacı, “Ben bunu çözebilirim.” vaadinde bulundu. Çünkü, “Bunun tedavisi yoktur.” cümlesini duymak istemiyordum.
Şifa bağımlılığı
Detoks, yoga, farkındalık, meditasyon, bir sufi hocaya danışma, ruhsal rehberimi bulma, geçmiş hayatlarımı ziyaret etme gibi sayamayacağım birçok şifa biçimiyle tanıştım. Tüm bunlar çıktığım yolculukta ilginç veya mizahi hikayeler barındırıyordu. Bunların haricinde reiki, refleksoloji, aile dizimi, durugören gibi başka birçok uygulamaya da gittim. Bunların sonunda da kendimi şifa bağımlısı olarak tanımlamaya başladım. Ne demek bu? Vazgeçememek. Yani kitabı kapatamamak, bir sonrakini, daha fazlasını merak etmek, bir sonraki uygulamaya gitmek istemek, hep daha fazlasını istemek, daha fazla merak etmek, demek.
Dikkatli olmak şart!
Tüm uygulamalara dahil olurken ve şifacılara giderken çok dikkatli davrandım. Hep bir şüphenin ön yüzünde veya arka yüzünde veya tam ikisinin ara yüzünde, ortasında durmaya gayret ettim. Hem inanıyordum hem inanmıyordum. İnansam mı acaba, diye düşünüyordum. Her iki tarafı da ciddiyetle değerlendiriyordum. Bunu özellikle yaptım çünkü ben bir şifa acentesi değilim. Kimseye bunu yaptım, siz de gidin yapın, diyemem. Derler ya, “Doktor tavsiye edilmez.” diye, bu nedenle yaşadıklarımla kimseye rehberlik etmiyorum. Başta kızımiçin gidip sonra olaylara kendimi kaptırdığımdan gönüllü bir denek oldum.
Mucizelere açık olmak
Başıma gelenler bana çok gülünç geliyordu, çoğu zaman kendimi mizahi bir durumun içinde buluyordum. Tabii filtrelerim de var. Güvendiğim kişilerden tavsiye alınca gidiyorum. İstanbul içinde belli başlı güvendiğim şifa merkezleri var; çalıştıkları uzmanların en iyileri olduğunu biliyorum.
Dolayısıyla bence şifacıya gidecekler her zaman kendi akıllarını, zihinlerini, farkındalıklarını, zekalarını kullanarak gitmeliler. Ne yazık ki ülkemizde bu konuyu çok sömürenler var. İnsanlar da benim başıma geldiği gibi çaresiz bir hastalıkla yola çıktıkları zaman suistimale açıklar. Dikkat etmek şart fakat madalyonun öteki yüzünde şifa diye bir şey var ve işliyor. Yani mucizeler de olabiliyor. Mucizeye de açık olmak lazım. Ben niye şifacıya gittim? Mucizelere kapımı açmak için gittim.
Hatalar, hatalar…
Şifa arayışında her kafadan bir ses çıkıyor. Mesela gıda, et, süt… Süt yararlıdır diyenler, zararlıdır diyenler. Kemikçorbası kaynatın için, diyenler, yok olur mu o kolesteroldür, diyenler… Etrafınıza bakacak olursanız sağlıklı yaşam konusunda yapılması gerekenler için yola çıktığınız an çelişki başlıyor. Bu konuda verebileceğim en büyük tavsiye, bir hikayeye kapılmayıp hikayenin diğer versiyonlarını da dinlemek, hep ters açıdan bakmak, başkabir ışık altında incelemek…
Hangisini tavsiye ederim?
Bence hepimizin düzenli spor (en basitinden yürüyüş de olabilir) veya yoga gibi bir hafif içe dönük meditasyonla hareket ve nefes alma pratiği olmalı. Çok iddialı gelecek ama “Bence benim sorunum yok, yüz numarayım, beş yıldızım!” diyenler mutlaka bir yerde patlak veriyorlar. Kendileriyle, geçmişleriyle, travmalarıyla ilgili birtakım gerçekleri veya verileri baskılıyor olabilirler. Ona da çok dikkat etmek lazım. Bunlar da zaten birtakım başka bağımlılıklarla ortaya çıkıyor. Dostlarla geçirilen vakit de ömrümüzü uzatıyormuş; dolayısıyla sohbet şart. Bunun dışında doğada, ormanda, ağaçların arasında veya deniz kenarında yapılacak düşük tempolu bir yürüyüş bedavadan ve aracıya hiçbir para vermeden kendimiz için yapabileceğimiz iki basit yöntem.
Şifacıya gideceklere tavsiyeler
1. Hazırlıklı gidin.
Sorularınız hazır gidin. Şikayetlerinizi önden sıralayın. Zayıf yönlerinizi bilin. “Benim öfke patlamalarım olmaz.” veya “Ben asla dedikodu yapmam.” gibi çıkışlar tedavinizi sekteye uğratır.
2. Jargonu bilin.
Bir seans dönüşünde, “Çakralarımı açtırdım.” dedim. Herkes güldü. Meğer çakra dediğin göz gibi bir açılıp bir kapanıyormuş. Ben neremi açtırdım acaba? Şimdi onu kara kara düşünüyorum.
3. Vaktinizi doğru kullanın.
Genelde bir seans 45-50 dakika arası oluyor. Gündemdeki en önemli maddeyle girin. Onun üzerine çalışın. Son beş dakika genelde lagalugayla geçer. Sona da bir soru saklayın. Ama en önemli sorunuzu değil. Niyet çok önemli… “Bugün bunu çözmeye, şunun üzerinde çalışmaya geldim.” gibi bir misyonunuz olsun. Tokadı baştan vurun. İlk onlar konuşursa yanlış yola sapıyorlar, izin vermeyin
4. Rahat olun.
Kuşkucu olmayın, kendinizi tamamen teslim edin. Ne zaman şüpheci davrandıysam o seans kötü gitmiştir. En başlarda methedilen şifacı, durugören ve benzerlerine ilk gittiğimde, “Bakalım ne kadarını bilecek?”, “Falancayı söylemeyeyim, o bilsin.” gibi muzip hislerle veya içten pazarlıklı giderdim. Güven eksikliğinden olmalı. Ne gerek var? Siz ona yardım edin ki o da size yardım etsin.
5. İtiraf edin.
İtiraf etmekten korkmayın. İtiraf şifanın
bir parçası. Birçoklarına göre şifa zaten itiraf esnasında gerçekleşiyor. Çoğu zaman şifa bazı hisler kelimelere dökülünce gerçekleşiyor. Bunun en somut örnekleri katıldığım “Recall Healing” isimli seminerde Dr. Gerbert Reynaud tarafından aktarılmıştı. Dediğine göre bazı rahatsızlıklar kelimelere döküldüğü an, telaffuz edilince bile geçiyor. Hastalıkları maraz yapan şey, sır olarak içeride tutulmaları. Onun da sık sık dediği gibi: “Eğer konuşursan dokuya gitmez.”
6. Söyleneni duyun.
Bundan kastım, kalbinizle dinleyin. Her şeyi mantığınızla anlamak zorunda
değilsiniz. Orada olun yeter. Ressam Marc Chagall’a kulak verin: “Kalbimle yaratırsam her şey işe yarıyor, kafamı kullanarak yaparsam neredeyse hiçbir şey.”
7. Kafaya takmayın.
Evet, yaşlanıyoruz, yaş alıyoruz. Ama şöyle de bakabilirsiniz: Şu an, şimdi en yaşlı halinizde olsanız dahi aslında en genç halinizdesiniz! Hiçbir zaman bundan daha genç olamayacaksınız! Her zaman şu an en gençsiniz! Bunu sık sık kendinize hatırlatın: “Şuan engenç halimdeyim!”
8. Kendinize karşı dürüst olun.
“Her şeyden öte kendine karşı dürüst ol. Gecenin gündüzü izlediği gibi O zaman sen de kimseyi aldatmazsın.” Ben demiyorum, Shakespeare diyor.