ÇEVİKLİK, ESNEKLİK VE YILMAZLIK: Yeni dünyayı yönetecek ‘akıl’ nasıl şekillenmeli?
Bir yanda tüm dünyayı etkisine alan bir virüs, iklim krizi, yanan ormanlar, çöplüğe dönüşen okyanuslar, sokaklara yansıyan toplumsal protestolar, işsizlik ve çok büyük bir ekonomik resesyon beklentisi… Diğer yanda ABD’li bir girişimcinin uzaya roket göndermesine fırsat veren büyük bir teknolojik dönüşüm… Aslında ilerlemek için tüm fırsatlara sahip olduğumuz fakat birçok alanda hareketsiz kaldığımız, sahip olduğumuz güce doğru şekilde liderlik edemediğimiz bir sürecin dönüm noktasındayız.
Yaşadığımız pandemi döneminin tüm dünyayı bu ölçüde yıkıcı bir şekilde etkilemiş olmasının birçok nedeni var. Fakat en önemli nedenlerinden birisi, bu virüsün bizi küresel iş birliğinin en zayıf olduğu dönemde yakalamış olması. Dolayısıyla rekabetten çok iş birliğinin ön plana çıkacağı, şirketleri yönetmek kadar şirketlerin faaliyet gösterdiği dış dünyayı da doğru anlamanın ve yönetmenin önem kazanacağı bir dünya bizi bekliyor.
İçinde bulunduğumuz salgın sürecinde gördük ki, pandeminin yarattığı olumsuz etkilere en hızlı şekilde tepki verip yol haritası belirleyen, iş modellerini yeni şartlara hızla adapte edebilen; teknolojiyi işin, istihdamın ve toplumun sürdürülebilirliği için harekete geçiren, müşterilerinin endişelerini ve beklentilerini doğru analiz edip çözüm üretebilen şirketler yollarına başarıyla devam edebildiler. Peki, bundan sonra çeviklik, esneklik ve yılmazlık özelliklerinin kritik öneme sahip olduğu yeni dünyayı yönetecek “akıl” nasıl şekillenmeli? Yeni normalin liderleri hangi özelliklere sahip olmalı? Bugün kendimize sormamız gereken temel sorular bunlar.
Dijital dönüşümde kazanılan ivmeyi korumak çok önemli
Yaşadığımız sürecin olumsuz etkilerini her birimiz yaşayacağız fakat bu noktada asıl önemli olan, bu süreçten alacağımız derslerin bize nasıl daha ileriye dönük bir bakış açısı sağlayabileceğini anlayabilmekten geçiyor.
Hızla artan dijitalleşme, salgının başlamasıyla çok daha büyük birhız kazandı. Alıştığımız iş modellerinden ve süreçlerden uzaklaşıp bir anda dijital çağa adapte olmak zorunda kaldık. Bu sayede de aslında sahip olduğumuz dijital potansiyelin farkına vardık. Dolayısıyla bu hızlı dönüşümü fırsat olarak görüp yakalamış olduğumuz ivmeyi sürdürülebilir hale getirmemiz, iş modellerimizi yeni dünyanın ihtiyaçlarına adapte etmemiz çok önem taşıyor zira önümüzdeki dönemde teknolojiyi nasıl değerlendirdiğimiz, geleceğimizi de belirleyecek. Dijital dönüşümün bir hedef olmadığını, kültürel bir değişim ve dönüşüm ihtiyacı olduğunu; aynı zamanda iş yapma biçimlerinin temel kolaylaştırıcısı ve aracısı olduğunu artık çok iyi biliyoruz. Tabii ki dijitalleşmenin bu derece yaygınlaştığı bir süreçte bilgi teknolojileri altyapılarının yönetimi, veri güvenliği, işgücünün uzaktan yönetimi ve sayıları hızla artan siber saldırılara karşı alınacak önlemler de şirket liderlerinin önemli gündem maddelerinin başında geliyor.
Sürdürülebilir kalkınma için iş birliğine öncelik verilmeli
İklim krizi, gelir eşitsizliği, doğal kaynakların tükenmesi, göç, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, jeopolitik sorunlar gibi çözüm bekleyen çok fazla sorunla karşı karşıyayız ve hiçbirimiz bu sorunları tek başımıza çözüme kavuşturacak güce sahip değiliz. Yaşadığımız sorunların çözümü çok paydaşlı iş birliklerini gerekli kılıyor. Bu süreçte devletler kadar özel sektöre de çok büyük bir görev düşüyor. İş dünyası liderlerinin, alacakları her kararda sürdürülebilir kalkınmanın önündeki engellerin farkında olmaları, bu engelleri ortadan kaldırmayı hedefleyen hareket planları belirlemeleri ve içinde bulunduğumuz teknolojik atılımı benimsemeleri gerekiyor.Nitekim iklim krizi sadece çevre ile ilgili bir konu değil, ekonomik açıdan da birçok sorunu beraberinde getiriyor. Dünya Ekonomik Forumu tarafından Ocak ayında yayımlanan Küresel Risk Raporu 2020’de, dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük tehdidin iklim değişikliği kaynaklı çevresel riskler olduğu yer alıyor. Sürdürülebilir kalkınma sürecinde şirketlerin üstlenmesi gereken liderliğe yönelik farkındalık oluşturmayı hedefleyen, bu kapsamda rehberlik üstlenen çok sayıda girişim bulunuyor. Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact) de bunlardan biri. Sürdürülebilir kalkınma sürecinde şirketlerin gelişim, paylaşım ve iş birliği içinde hareket etmelerini hedefleyen bir platform rolü üstlenen UN Global Compact; insan hakları, çalışma standartları, çevre ve yolsuzlukla mücadele alanlarında iş dünyasının temel sorumluluklarını ele alan 10 ilke belirlemiş durumda. Bu ilkeler şirketlerin sadece insanlar ve gezegen için temel sorumluluklarını belirlemiyor, aynı zamanda bu sorumlulukları benimseyen şirketlere geleceğin dünyasında uzun vadeli başarı için zemin hazırlıyor.
Risk yönetimi bir lüks değil, zorunluluk olmalı
Yeni normalin liderlerinin gündemindeki öncelikli konularından biri risk yönetimi olarak ön plana çıkıyor. Yaşadığımız salgın dönemi şirketleri hiç beklemedikleri, hiç hazır olmadıkları bir kriz süreciyle yüz yüze getirdi. Her bir sektör kendi sınavını verdi. Bu dönemden doğru derslerin alınması ve iş sürekliliğinin sağlanması açısından mevcut kriz yönetimi planlarının güncellenmesi büyük önem taşıyor. Pandemi sürecinde küresel ticaretin durma noktasına gelmesi ve uzun tedarik zincirlerinin kesintiye uğraması gibi tehditler bu güncellemenin temel maddelerini oluşturacak. Daha da önemli bir madde ise çalışan sağlığı ve güvenliği olarak ön plana çıkacak. Şirketlerin, çalışanlarının güvenliğini önceliklendirerek işin sürekliliğini sağlamaya yönelik planlamalar yapmaları, bunu yaparken uzun vadeli tedarik zinciri planlamalarına odaklanmaları gerekecek. Anlık değişimlerden etkilenmeyen sürdürülebilir tedarik zincirleri önem kazanacak. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde, esneklik kazanmak ve dayanıklılığın artması açısından, şirket liderlerinin risk yönetimini bir lüks olarak değil, iş stratejilerinin odak noktalarından biri olarak görmeleri gerekiyor.
İnsan zekası ile yapay zeka arasında denge kurmak her zamankinden önemli olacak
Yeni dönemin liderinin sahip olması gereken önemli bir diğer özellik, çağın ihtiyaçlarını doğru analiz eden, yeni yeteneklere sahip olan insan kaynakları yönetimi olarak karşımıza çıkıyor. İnsan yönetimi ve kurumsal yönetim süreçlerinde tüm doğruların yeniden belirlendiği bir süreçten geçiyoruz. İçinde bulunduğumuz duruma adaptasyon ve dijital yetkinlikler bu sürecin en önemli becerileri olarak ön plana çıkıyor. İş gücü optimizasyonu, kaynakların verimli dağılımı, insan zekası ile yapay zekanın entegrasyonu, geleneksel iş gücünün dijital iş gücüne evrilmesi önümüzdeki dönemin yeni başlıkları olacak. Bu süreçte, çalışanlarının duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını anlayan, empati kurabilen, ekip çalışmasına inanan, yapılan işin anlamını ve değerini ortaya koyabilen, insan kaynaklarının yeni düzeni planlamak için hangi güçlü özelliklere sahip olması gerektiğini doğru belirleyen ve karar alma süreçlerine çalışanlarını dahil eden liderlere ihtiyaç duyulacak.
Yeniliğe açık, harekete geçmeye hazır liderler
Yaşanan dönüşüm sadece iş süreçlerinin değil, aynı zamanda müşteri ilişkilerinin, pazarlama ve satış süreçlerinin de yeniden tasarlanmasını gerektiriyor. İçinde bulunduğumuz süreçte, iletişim platformlarının, satış kanallarının, müşteri ilişkilerinin tamamen değiştiğine şahit olduk. E-ticaretin hızla arttığı, önceliklerin ve tüketim modellerinin değiştiği bu yeni normalde, kendimize sormamız gereken birçok soru var: Önümüzdeki dönemde müşterilerimizin en fazla ihtiyacı olan “değer” ne olacak? Ürün ve hizmetlerimizi müşterilerimizin yeni ihtiyaçlarına nasıl adapte edebiliriz? Belirsizliğin hakim olduğu bir süreçte, yenilikçiliğe, katma değer yaratmaya nasıl devam edebiliriz? Hızla yükselen sosyal medyada, e-ticarette sağlam bir altyapıya sahip miyiz? Ekonomik sürdürülebilirliğimizin yanı sıra, toplumsal ve çevresel sürdürülebilirliğimiz için yeni dönemde atmamız gereken adımlar neler olacak? gibi sorular bunlardan bazıları.
Girişimciliği destekleyen liderler başaracak
Pandemi sürecinin gündeme getirdiği bir diğer konu da girişimcilik ruhunun önemi oldu. Girişimcilik ruhunun, hızlı hareket etmenin ve uyum sağlama özelliklerinin ne kadar yaşamsal öneme sahip olduğunu bir kez daha gördük. Toplum için değer yaratanların ve sürdürülebilirliği sağlamak için teknolojiye ve inovasyona yatırım yapanların bu süreci başarıyla aştıklarına şahit olduk. Önümüzdeki dönemde işlere girişimci bakış açısıyla yaklaşan, inovasyon ve yenilikçiliğe öncelik veren, kurum içi girişimciliği destekleyen, inovasyon odaklı kültürel dönüşümü savunan ve çalışanların daha iyi bir dünya için üretmesine rehberlik eden liderlere ihtiyacımız artacak.
Dünya bu derece hızlı değişirken en büyük hatanın hareket etmemek olacağını biliyoruz. Yeni bir yaşam başlıyor ve bu yaşama bir an önce adapte olmak zorundayız. İletişim Profesörü Steven Venette’nin ifade ettiği gibi, “Eski sistemin sürdürülebilirliğini kaybettiği bir dönüşüm süreci yaşıyoruz.” Bugün geldiğimiz noktada yapmamız gereken, eski normale geri dönmek değil zira eski normalde çok fazla yanlış olduğunu oldukça kısa bir sürede son derece net bir şekilde gördük. Yapmamız gereken bir an önce yeni normale verimli bir şekilde adapte olmak. Bunun için de sürekli gelişmek, küresel düşünmek, değişimi takip etmek, sadece kâr odaklı değil içinde yaşadığımız toplum ve çevreye fayda sağlayan bir büyüme modelini benimsemek ve müşteriyle güven temeline dayanan bir ilişki kurmak zorundayız. Aslında geleceğin başarı kriterlerini uzun zamandır biliyoruz. Sadece bugün uyanmakta olduğumuz yeni dünya, bizlere gelecekte ayakta kalmanın bundan başka yolu olmadığını gösteriyor.